sorumluluğunu alıp özür diliyorlarsa gereğini de yapmalıdırlar

sorumluluğunu alıp özür diliyorlarsa gereğini de yapmalıdırlar

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, MYK toplantısının ardından açıklamalarda bulundu. Öztrak, "Erdoğan yapıyor, özür dilemek bakanlarına düşüyor" dedi. Öztrak, iktidarı salgın ile mücadele ve ekonomi üzerinden eleştirdi.

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Öztrak, "Hatayı şahsım hükümetinin başı Erdoğan yapıyor, özür dilemek bakanlarına düşüyor. Erdoğan şahsım hükümetinin başının kibri o kadar büyük ki o milletten özür dilemiyor. O ancak Allah beni affetsin diyor" dedi.

Öztrak'ın açıklamalarından satır başları şöyle:

Merkez Yönetim Kurulu toplantımız devam ediyor. Bugün gündemimizde; bu sabah açıklanan milli gelir rakamları ve ekonomik kriz, yönetilmeyen salgın, derinleşen devlet krizi ve giderek ağırlaşan toplumsal buhran vardı.

Bugün, Bosna-Hersek’in Bağımsızlık günü… Bosna-Hersek, Bağımsızlığı için büyük bedeller ödemiş bir ülkedir. Bu vesileyle Bosna-Hersek’in bağımsızlık gününü kutluyor, Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı, “Bilge Kral” Aliya İzzetbegoviç’i ve iç savaşta kaybettiğimiz tüm Boşnak kardeşlerimizi bir kere daha rahmetle, saygıyla anıyoruz.

Bugün yine 1 Mart tezkeresinin yıl dönümü… Bundan 18 yıl önce, ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a müdahalesi millet iradesinin tecelligâhı TBMM’de, CHP milletvekilleri başta olmak üzere, ret oyu veren milletvekillerinin oylarıyla engellendi.

Türkiye’yi savaşın cephe ülkesi, yüzbinlerce Iraklı’nın yaşamına mal olan savaşın tarafı yapacak bu teslimiyetçi tezkereye “Hayır” diyen, başta önceki Genel Başkanımız Sayın Baykal olmak üzere, tüm milletvekillerimize bir kere daha şükranlarımızı sunuyorum. Tezkereye “hayır” diyen, bugün hayatta olmayan milletvekillerini de saygı ve rahmetle anıyorum.

Şubat ayını geride bıraktık. Yakın tarihimizde Şubat ayı, acı hatıralarla doludur. Bunlardan ilki 28 Şubat’tır. 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısından rahmetli Erbakan’ın istifasına kadar uzanan süreç, tarihimize “post-modern” darbe olarak geçmiştir.

28 Şubat; Emperyalizmin, yerli ve milli siyaseti tasfiye ederek, yerine Milli Görüş gömleklerini çıkarmış, Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını içine sindirmiş, Neo-liberal, ılımlı muhafazakârları işbaşına getirme planının düğmesine bastığı tarihtir. 

Milletimiz, 28 Şubat’ın ne olduğunun farkındadır. 28 Şubat da, milli iradeye kasteden her darbe gibi, demokrasimize büyük zararlar verdi, veriyor. Cumhuriyet Halk Partisi de dâhil hemen her siyasi aktör ve kurum, darbelerden payına düşeni almıştır.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, tankla, topla, tüfekle yapılan; “Postallı darbelere” de karşı durduk.

Hain bir askeri darbe girişimini fırsat bilip, kendilerine “Şahsım vesayet rejimi” inşa etmek isteyenlerin, 20 Temmuzda “Mokasenli darbesine” de karşı durduk, duruyoruz. Milletimiz de bu vesayet rejiminde, her şeyin kötüye gittiğini görüyor, yaşıyor.

Biz, millet iradesi üzerinde kurulmak istenen, her türlü vesayetin karşısında olduk, olacağız. Onun için en önde Genel Başkanımız, “Hak, hukuk, adalet” diyerek, Ankara’dan İstanbul’a dünyanın en anlamlı ve uzun siyasi yürüyüşünü yaptık.

Herkes bilmelidir ki, Cumhuriyet Halk Partisi avukat bürolarında kurulmadı. Kurtuluş Savaşı meydanlarında kuruldu. Köklerimizde, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti var. Kuvayımilliye var. Bizim kılavuzumuz, ilk Kurultayımız Sivas Kongresi’nde alınan şu tarihi karardır; “Milli iradeyi hâkim kılmak esastır.”

Biz milletimizle beraber, Cumhuriyetimizi gerçek demokrasiyle taçlandırmaya, güçlendirilmiş demokratik parlamenter rejimle, bu ülkeyi içine çekildiği buhrandan çıkarmaya kararlıyız. Hafta sonu bir başka acı olayın da yıl dönümüydü… Bundan tam bir yıl önce, Kahraman Mehmetçiklerimiz Suriye’nin İdlib kentinde, Rus uçakları tarafından bombalandı. 34 Mehmetçiğimizi, 34 evladımızı yok yere kaybettik. Yüreklerimiz dağlandı. Bu hükümetin her zaman yaptığı gibi acı haberi vermek yine bir valiye, Hatay Valisine düştü. Erdoğan’ın şahsım hükümeti ortadan kayboldu. Kameraların karşısına çıktığında ise, salondaki milletvekillerine, dostu Trump ile yaptığı Putin dedikodusunu anlattı. Salonda espriler, gülücükler. Kanımız dondu.

Bu görüntülerden Erdoğan hicap duymadı. Ama milletimiz kahroldu. Bu gülücükler, espriler 34 askerimizin şehadetinden, sadece 2 gün sonraydı. Altı gün sonra da, bu defa Erdoğan’ın şahsım hükümeti, Mehmetlerimizi bombalayanların ayağına gitti.

34 askerimizi şehit eden Rusya, Erdoğan ve ekibini kapıda dakikalarca bekletti. Rus devlet televizyonu kronometre çalıştırıp, bu anları kayda aldı. Ardından da tüm dünyaya servis etti. Erdoğan Kremlin’de gıkını çıkaramadı. Milletimiz bir kez daha kahroldu. 

Bizler İdlib’de şehit olan evlatlarımızın acısını da, “Her şeyin sorumlusu benim, ben” diye meydanlarda bağırıp, sonra da işler kötü gittiğinde, sorumluluğu valilere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne atıp kaçanları da unutmayacağız. Evlatlarımızı şehit edenlerin ayağına gidip kapısında bekleyenleri, bu milletin yüzünü yere düşürenleri “asla” unutmayacağız.

İdlib şehitlerimizin ruhları şad, mekânları cennet olsun. Onlar da tüm şehitlerimiz gibi milletimizin sinesinde, en kıymetli yerde olacaklar.

Erdoğan’ın Şahsım Rejiminin alametifarikası keyfiliktir. Kuralsızlıktır. Her şeyin şahsileştirilmesidir. Milli olması gereken dış politikamız da, maalesef tüm bunlardan payını almıştır. Keyfilik dış politikamıza da sirayet etmiş, dış politikamız da şahsileştirilmiştir. 

“Dostum Trump”, “Dostum Putin” diyerek, Dış politikayı “al-ver” üzerine kurgulayan bu tüccar zihniyet, ülkemizi tüm dünyada yalnızlaştırdı. En haklı davalarımızı anlatamaz hale getirdi. Ve “gizli-örtülü yürütülen işler” bir milli güvenlik meselesi haline geldi.

Daha bir ay olmadı. Gara’da hain bölücü terör örgütü, 13 Türk rehineyi canice katletti. Tüm milletimizin yüreği dağlandı. Operasyonu gerçekleştiren Mehmetçiklerimizle beraber, 16 şehit verdik.

Erdoğan’a, “Hain teröristlerin elindeki yurttaşlarımızı kurtarmak için, Trump ile dostluğunu neden kullanmadın?” diye sormuştuk. Şimdi anlaşılıyor ki, Erdoğan’ın Şahsım Hükümetinin öncelikleri farklıymış. Önceliğinin ne olduğunu, Amerika Birleşik Devletleri’nin Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı, yakın zamanda açıkladı.

Meğer Erdoğan, Trump’la yaptığı her görüşmede, tek bir şeyi ısrarla istiyormuş. “Halkbank soruşturmasını sonlandırın!” Şaşırdık mı? Hayır.

Amerikalılara askerimizin başına çuval geçirdiğinde verilmeyen nota, Erdoğan’ın Bakanlarına çikolata kutularında rüşvet dağıtan, Bu İranlı genç için verilmişti. Hem de bir de değil, tam iki kez… Bu İranlı genç Türkiye’den kaçtı. ABD’de itirafçı oldu.
Şimdi onun itiraflarıyla, Halk Bankası’na büyük cezalar yazılma riski var.

Ve tüm bunların sorumlusu Erdoğan, şimdi çıkmış, salgında lebalep doldurduğu partisinin kongre salonlarında, yandaşlarına; “Tek vatan”, “Tek devlet”, “Tek millet”, “Tek bayrak” diye, yeminler ettiriyor.

Teröristlere bırakıp kaçtıkları, Süleyman Şah Türbesi’nin toprakları, Saray’ın “tek vatan” tarifinde yok.

Yunanistan geliyor, silahsız olması gereken adaları silahlandırıyor, bize ait adacıklara Yunan bayrağını çekiyor. En son Limoniye Adası’na da bayrak diktiler. Anlaşılan bu adalar da Erdoğan’ın “tek vatan” tarifine girmiyor.

Yine Erdoğan’ın “tek millet” tarifinde kendine oy vermeyenler yok. Ona oy vermeyen herkes terörist. “Tek Millet” diyen Erdoğan, Mısırlı Esma için ağlar. Ama aynı Erdoğan, Gara’daki 16 şehidimizin, İdlib’de 34 şehidimizin ardından güler. Erdoğan’ın “tek millet” tarifinde kim var? O da belli değil.

Milletimiz, “Kalbi mühürlü” bu liyakatsizlere, bu basiretsizlere notlarını vermiştir. Bunların tasdiknameleri artık hazırdır. Vatandaşlarımız, bunları evine göndermek için sandığın önüne gelmesini beklemektedir.

Kalan şu sayılı günlerinde, Erdoğan’ın Şahsım Hükümetine tavsiyemiz, artık “Rabia Milliyetçiliği” icat etmeyi bırakın. “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyen, kimseyi dışlamayan “Atatürk Milliyetçiliğinin” ipine sarılın.

Erdoğan Şahsım Hükümeti, hem kibir sarhoşu, hem de metal yorgunu… Ülkemiz iç içe geçmiş krizlerden oluşan büyük bir buhranın içinde savruluyor. Yönetilmiyor, patinaj yapıyor. Esnaf, çiftçi, emekçi, emekli, işveren... Bütün bir millet ızrar halinde. Ama Saray’ın keyfi yerinde… Milletin feryatları saraydan duyulmuyor.

Bugün de yılbaşından bu yana doğalgaza üçüncü zam geldi. “Karadeniz’de doğalgaz bulundu” müjdesi verilmesinden bu yana doğalgaz zamları otomatiğe bağlandı. Öyle bir hale geldi ki, Dolar kuru gevşese bile doğalgaza zam yağmuru devam ediyor.

Milletimiz hayat pahalılığı ile işsizlik arasında inim inim inletiliyor. Milletin gelecek umudu gençlerimiz, ailelerin bin bir emekle okuttuğu çocukları, 15-29 yaş arasında 5,5 milyon genç, ne okulda okuyor, ne de bir işte çalışıyor. “Ev genci” olarak anasının babasının eline bakıyor.

Ülkemiz eğitimde patinaj yapıyor. Bir nesli yitiriyoruz. Bugün çocuklarımız, gençlerimiz, aileler, Bakanlar Kurulu’ndan çıkacak yüz yüze eğitim kararını bekliyor.

Daha bir hafta önce Milli Eğitim Bakanı, ilkokullar ile 8 ve 12. Sınıflarda yüz yüze eğitimin 1 Mart’ta, yani bugün başlayacağını söylemişti. 

Fakat dün o da, Sağlık Bakanı gibi özür diledi. Bazı illerde vaka artışı yaşandığı için Yeniden değerlendirme ihtiyacı doğduğunu söyledi. Sayın Bakan bu iş çocuk oyuncağı mı? Maç oynanırken sürekli kural değiştirilir mi? Çocukların kafalarını karıştırmaya ne hakkınız var? Aileler nasıl kendilerini ayarlayacak? Öğretmenler, okullar ne yapacak? Okulların açılmasına göre hazırlık yapan esnafın hali ne olacak?

“Bugün öyle, yarın böyle” diyerek, tutarsız politikalarla eğitim sistemi yönetilemez.

Okulların açılışı için önce tarih verip, sonra neden erteliyorsunuz?

Çocukların, gençlerin hayatı, bu ülkenin bir nesli söz konusu… Ama siz; “Bir açtık, bir kapadık, bir öyle, bir böyle” deyip, sürekli patinaj yapıyor, ülkenin geleceğine takoz oluyorsunuz. Devlet böyle mi yönetilir? İşte bizim “Devlet krizi” dediğimiz tam da budur. Erdoğan’ın Şahsım Rejimi, bu salgın sürecinde yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla sınıfta kalmıştır.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın kendi araştırmasına göre 1 milyondan fazla öğrencinin evinde interneti yok, 227 bin öğrencinin evinde televizyonu bile yok. Öğrenciler uzaktan eğitime ulaşamıyor. Biz diyoruz ki, “Tek bir öğrencinin bile eğitime ulaşamaması adaletsizliktir.”

Buna karşın, Saray’ın yönettiği 21. Yüzyılın Türkiye’sinde 2 milyon 658 bin öğrencimiz, salgın döneminde EBA’ya giremedi. Özellikle bazı doğu illerimizde EBA’ya ulaşamayan öğrenci sayısı, toplam öğrenci sayısının yarısını buluyor.

Şimdi çıkmışlar, yüz yüze sınav diyorlar. Sınav tarihi de değişip, duruyor. “1 Mart’ta başlayacak” denilen sınavlar, şimdilik 8 Mart’a ertelendi. Bakalım bugün Bakanlar Kurulu’ndan ne karar çıkacak? 

Bu hükümet kendi üzerine düşeni yaptı mı? Her öğrenciye ulaşabildi mi? Her öğrenciye eşit eğitim imkânı verebildi mi? Hayır.

Bu ülkenin insanlarının umudunu ayakta tutan evlatlarıdır. Bu ülkede analar, babalar yemez; evlatlarına yedirir. Giymez, evlatlarına giydirir. Çocuğu okusun diye ceketini satan nice babalar vardır. Ama Erdoğan’ın Şahsım Hükümeti, milletimizin, “Çocuğum okuyacak, kendisini de bizi de kurtaracak” umudunu elinden çaldı. Eğitimde fırsat eşitliğini bitirdi. Yine Erdoğan’ın şahsım hükümeti liyakatin yerine sadakati koyarak, milletimizin “Çocuğum okuyacak, bir iş sahibi olacak” umudunu da yok etti.

İktidara gelir gelmez, bu düzeni biz değiştireceğiz. Bu umutsuzluğu biz bitireceğiz. CHP iktidarında herkesin çocuğu eşit fırsatlara sahip olacak. Milletimizin umutları yeniden büyüyecek.

Erdoğan’ın Şahsım Hükümetine tavsiyemizdir: Gençlerimizin ve ailelerin sesine kulak verin. Beceriksizliğinizin faturasını ailelere ve gençlere kesmeyin.

Bakın İngiltere de normalleşme planını açıkladı. Onlar ailelerin gönlünü ferah tutmak için gerekli tedbirleri almış. Hızlı test kitleriyle ortaokul ve kolej öğrencilerine, haftada iki kez test yapılacak. Ailelere bu test kitlerinden ücretsiz dağıtılacak. Millete beş maskeyi dağıtamayan Erdoğan Şahsım Hükümetinin, böyle bir hazırlığı var mı? Ne gezer.

Bu salgında Erdoğan’ın Şahsım Hükümeti, sadece yavrularımızı, gençlerimizi ve aileleri perişan etmedi. Esnaflarımızı, işçilerimizi, işsizlerimizi de perişan etti.

Bizim de içinde olduğumuz, Gelişen ve Orta Gelirli Ülkelerin, vatandaşlarına salgında verdiği doğrudan gelir desteğini, Erdoğan’ın Şahsım Hükümeti milletimize veremedi.

Verselerdi doğrudan destek tutarı 176 milyar lira olacaktı. Oysa şimdiye kadar verdikleri destek 53 milyar lirada kaldı.

Bunun da büyük kısmı işçinin kumbarası kırılarak İşsizlik Sigortası Fonu’ndan verildi. Meksika ile beraber vatandaşına, en az destek veren hükümet bizde.

Şimdi dünyada hükümetler, normalleşme süreçlerine başlarken, işyerlerini, çalışanlarını yeni döneme hazırlayacak yeni destek paketleri açıklıyor.

ABD, 1,9 trilyon dolarlık yeni devasa bir teşvik paketini onayladı. Yine normalleşme planını açıklayan İngiltere, alışveriş mağazaları, barlar, restoranlar, berber ve kuaförler için, 5 milyar Pound büyüklüğünde yeni bir hibe destek paketi açıkladı.

Esnafları normalleşme sürecine “iyimserlikle” başlatmak için, can suyu vermek için, diğer ülkeler paket üstüne paket açıklıyor. Herkes biliyor ki esnafını ayakta tutamayan devletler, salgında savaşı kaybeden devletler olacak.

Bizde de esnaflarımızın doğrudan desteğe ihtiyacı var. Borç gırtlağı aşmış, faiz ezmiş. Esnaflarımız, “Bugün dükkân açsak, İki yıl borçları ödemeye çalışırız” diyor.

Trabzon’da bir esnafımız kapısına, “Namuslu bir şekilde battık, devren satılık” ilanını asıyor. Aynı esnaf devletten “bir lira destek almadığını” söylüyor. Ve ekliyor:
“Hani her esnafımızın ardında, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi olacaktı? Lebaleb batırdınız bizi…”

Kayserili esnaf dükkânlarına afiş asıyor: “Nefes alamıyoruz, sesimizi duyan var mı?” diyor.

Erdoğan’ın şahsım hükümetinde, sesinizi duyan yok, Kayserili esnaf kardeşlerim…

Şehrinizin AK Partili vekillerine göre milletin hiç sıkıntısı yok. Bir milletvekili; “Bizi eleştirenler, altı ayda bir cep telefonu, iki yılda bir araba değiştiriyor. Artık asgari ücretlinin arabası var” diyor.

Diğeri çıkmış, “Hayat standardı çok yükseldi. Artık ev, araba almak zor değil” buyuruyor.

Bir başka Kayserili, Ak Parti Yerel Yönetimler Başkanı, seçmenlerin sesini duymak yerine, seçmenlere beddua okuyor.

Yine AK Parti’nin Tanıtım ve Medya Başkanı: “Bizi mahvettiniz” diyen çiftçiye, “Pahalı cep telefonu kullanıyorsun” diye hesap soruyor.

Çiftçi tarım aletini hurdaya satıp Ankara’ya gelmeye çalışıyor, yolunu kesip başkente sokmuyorlar. Tarım Bakanı, “Çiftçi rekor gelir elde ediyor.” Diyebiliyor.

İnsanlar, yokluktan, yoksulluktan canına kıyıyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmet Bakanı; “Türkiye’de yoksulluk bitti” diyebiliyor. Saray; “Açım” diye bağıran vatandaşı duymazdan gelirse, eve ekmek götüremeyen esnafa “abartıyorsun” deyip kafasına çay atarsa, Çöpten, pazar artıklarından rızık toplayan aç yurttaşlarımızın fotoğraflarına mizansen derse, saray gazeteleri, “Marketten nasıl alışveriş yapılmaz” diye manşet atarsa devletin televizyonu, “Çöpten yemek nasıl toplanır” diye program yaparsa, devletin ajansı, bu ülkenin esnafı inim inim inlerken, Japon esnafın dertlerini haber yaparsa… Bu hükümetin, milletle irtibatı artık tamamen kopmuş demektir.

Fakat artık midenin gurultusu, Saray’ın gürültüsüne galip geliyor. Esnaflarımızın çığlığı, sarayın “organize çığırtkanlığını” bastırıyor.

Sokağın gerçekleri ile sarayın söyledikleri arasındaki makas, her gün daha da açılıyor. Bugün 2020 yılının dördüncü çeyreğine ait büyüme rakamları yayınlandı. Buna göre Türkiye son çeyrekte, geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 5,9 büyüdü. 2020’nin tamamında ise büyüme hızı yüzde 1,8 oldu bu nasıl bir büyümeyse, milleti işinden ediyor. 

AK Parti hükümetleri Türkiye’yi, önce “İş vermeyen büyüme” ile tanıştırmıştı. Şimdi de “Milleti işinden eden büyüme” ile tanıştırdı. Ekonomimizin yüzde 1,8 büyüdüğü 2020’de TÜİK’e göre, 1 milyon 272 bin yurttaşımız işini kaybetti. Böyle bir iş kaybıyla ne 1994 krizinde, ne 2001 krizinde, ne de 2009 küresel krizinde karşılaştık.

2020’de gerçek işsiz sayımız 10 milyon 273 bine çıkarken, gerçek işsizlik oranı yüzde 30’a dayandı. Dolayısıyla bu büyüme son derece niteliksiz büyüme.

2020 büyümesine net ihracatın katkısı yok, tam tersine büyümeyi ciddi şekilde aşağıya çekmiş. Özellikle tüketim ağırlıklı ve iç taleple sağlanan bir büyüme. Bu büyüme, tüm sektörlere de yaygın değil. “K tipi” dediğimiz bir büyüme... Yani bazı sektörler yukarı giderken, bazı sektörler çakılmış. Tarım yüzde 4,8, sanayi yüzde 2 büyümüş. Buna karşın inşaat yüzde 3,5, hizmet sektörü yüzde 4,3 daralmış.

2020’de millet işinden olmuş. Ama “Para babaları”, “faiz baronları” abat olmuş. 2020’de borç ve krediyle, menkul kıymet ve altın alım satımıyla, para ve faiz baronları daha da zenginleşmiş. Finans ve Sigorta sektöründeki büyüme yüzde 21’e ulaşmış.

Yani millet çöp konteynırlarından rızkını çıkarmaya çalışırken, zengin daha da zenginleşmiş. Böyle bir büyümeye adil diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz.

Böylesine adaletsiz ve kredilerle şişirilen büyümenin, sürdürülmesi mümkün değildir. Ekonomiyi kur ve faiz kıskacına sokan politikalar, döner dolaşır milleti cebinden vurur.

Nitekim 2020’de, dolar cinsinden milli gelirimizdeki erime, 44 milyar doları buldu.

Yine 2013’de 958 milyar dolar olan milli gelirimiz, 2020’de 717 milyar dolara düştü. Erdoğan’ın Şahsım rejimini inşa süreci, milletimizin cebinden 241 milyar doları çekip aldı.

Yine 2013’de 12 bin 582 dolar olan kişi başına gelir. 2020’de 8 bin 599 dolara geriledi. Her bir yurttaşımız bu süreçte, 3 bin 983 dolar gelir kaybetti.

Milli gelirimiz 2008’in gerisine, kişi başına gelirimiz ise 2007’nin gerisine düştü. Ülke olarak son 12-13 yılı kaybettik.

Ve Türkiye maalesef 3 yıl önceye göre hem daha borçlu, hem de elinde yeterli cephane kalmadı. 2019’un Mart ayından itibaren, 128 milyar dolar rezerv, “Yandaşa ucuz döviz vereceğim” diye çarçur edildi. Merkez Bankası kasasındaki döviz rezervleri, Merkez Bankası’nın döviz borcunu karşılamaya bile yetmiyor. 

Net rezervler eksi bakiye veriyor. 19 Şubat itibariyle net rezervler eksi 40 milyar dolar civarında. Kaç aydır bu rezervlerin akıbetini sorguluyoruz. Kime satıldı? Kaça satıldı? Hangi yöntemle satıldı? Millet adına açıklama bekliyoruz.

TBMM’ye verdiğimiz Araştırma Önergelerimiz reddedildi. Savcılara açık suç duyurularımız duymazlıktan gelindi. Ama hep diyoruz. Gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu var. Bu gerçekler de er ya da geç ortaya çıkacak. Bu işlemin sorumluları, yargı önünde bunun hesabını verecek.

Kimsenin kuşkusu olmasın. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, borca yaslanarak büyüme modeline son vereceğiz. Büyümeye net ihracat katkısını artıracağız. İş ve istihdam yaratan bir büyüme stratejisi izleyeceğiz. Genç nüfusumuzu stratejik üstünlük olarak göreceğiz. Fakir yerinde sayarken, para babaları, faiz baronları daha da zenginleşmeyecek. Çalışacağız, üreteceğiz, kazanacağız ve hep beraber zenginleşeceğiz.

Milletimiz her söyleneni duyuyor, her yapılanı görüyor. Bunların notunu veriyor. Önüne gelecek ilk sandıkta, bu hükümeti evine göndermek için gün sayıyor.

SORU - CEVAP

BAKANLARIN ÖZÜR DİLEMESİ

Tek adam vesayet rejiminin alameti farikasının ne olduğunu söylemiştim. Hatayı şahsım hükümetinin başı Erdoğan yapıyor, özür dilemek bakanlarına düşüyor. Erdoğan şahsım hükümetinin başının kibri o kadar büyük ki o milletten özür dilemiyor. O ancak Allah beni affetsin diyor. 

Özür tabii ki insani bir şeydir. Bakanlar bir hatanın sorumluluğunu alıp özür diliyorlarsa bunun gereğini de yapmalıdırlar. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi görevden aflarını istemelidirler. 

,Kaynak: KRT TV

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.