Metin ÖZER
ALEVİLERİ BOZAN OSMAN AĞA VE “MUM SÖNDÜ” HİKÂYESİ
Sabetaycılar sadece Sünni cemaatlere değil, Mevlevi ve Bektaşi dergâhlarına da sızdı. Hatta bu dergâhların şeyhi ve Alevilerin dedesi durumlarına kadar yükseldi.
Padişahın huzurunda kâğıt üzerinde Müslüman olan Sabatay Sevi, Selanik’e giderken uğradığı Edirne/Hızırlık yakınlarında bulunan bir Bektaşi tekkesine devam etti.
Bektaşiliği bozup fitne çıkartınca, tekke kapatıldı.
Bu Bektaşi/Alevi meselesi nereden çıktı bugün de bunu anlatayım.
Anlatayım ki; hem alevi kardeşlerimiz inançlarının nasıl ve kim tarafından bozulduğunu hem de alınlara bir kara leke olarak sürülen Mum söndü meselesi nereden çıktı öğrensinler.
Yahudi cemaatinin de sapkın kabul edip dışladığı Sabetayistlerden; Bektaşî, Mevlevî, Melâmî şeyhleri, hatta şeyhülislâm (Hayatîzâde Emin Efendi-1748.. 5 Nisan 1746'da şeyhülislâmlığa getirilmiştir. 25 Ekim 1746'da azledilerek Bursa'da ikamete mecbur tutulmuştur.) çıktı.
Hayatîzâde Mehmed Emin Efendi, IV. Mehmed devri hekimbaşısı olan Yahudi dönmesi Mustafa Feyzi Efendi’nin torunu ve müderris Ahmed Efendi’nin oğludur.
Selanik’in ekseriyeti Yahudi, bunların bir kısmı da Sabetayist’ti. İzmir ve İstanbul’da da sayıları çoktu.
Sevi’nin ölmesinden sonrasında Selanik’te yerleşen Sabetay cemaati, çeşitli olaylar sonucunda farklı üç ana mezhebe/fraksiyona ayrıldı.
Karakaşlar (Kuniosos), Yakubiler ve Kapancılar ya da Kapaniler.
Karakaş grubunun kurucusu Osman Baba (Baruhya Ruso) Yakup Kerido‘nun oğludur. En radikal kol olan Karakaş grubu onu Sevi’nin tek varisi olarak kabul etti
Bu durum cemaatin bölünmesine yol açtı.
Ne Osman Ağa, ne de Yakup Kerido’yu kabul etmeyenler ‘Kapancılar’ grubunu oluşturdu.
Cumhuriyet sonrası unvanlar kaldırılınca Karakaşlar Osman Ağa yerine ‘Oğan’ demeye başladılar.
Karakaşlarlara mensup olanların doğan ilk erkek çocuğunun adı kesin Osman’dır. İki isim verilirse birisi mutlaka Osman olur. Böylece Osman Oğan adı hep yaşatılır.
Diğer Sabetayist gruplar da genellikle iki ad alırlar, soyadı ile birlikte üç olur.
Eskiden iki isimden biri çoğunlukla Ahmet veya Mehmet olurdu. Ama toplum içinde Yaşar, İlker gibi ikinci ismi kullanırlar.
California Üniversitesi Tarih Doçenti Marc David Boer “Selanikli Dönmeler” kitabında Yakubilerin Mevlevi dergâhlarında, Karakaşların da Bektaşi/alevi dergâhlarında çok etkili olduğunu yazdı.
Mevlevi dergâhlarına sızan Yakubiler, zamanla bu dergâhları bozmayı başardı. Hatta kendi Yahudilik inancından bölümleri Mevlevilikmiş gibi gösterdi.
Mesela ney çalıp dönme işi tamamen Sabetaycıların uydurmasıdır.
Mevlânâ Celâlüddîn Rûmî hazretleri, evliyanın büyüklerindendir. Celâleddîn-i Rûmî hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı, raks etmedi.
Ney, İslâm dininde yetişen kâmil insan demektir. Bunlar, kendilerini ve her şeyi unutmuş, her an, Allahü teâlânın rızasını aramaktadır. Ney, Farsçada yok demektir.
Ney, dümbelek, tambur gibi çeşitli çalgı âletleri çalınarak yapılan törenler ve âyinler, Hazret-i Mevlana’nın vefatından 5-6 asır sonra ortaya çıkmıştır. (Sabetay Sevi’den hemen sonra)
Hâlbuki Mevlana Hazretleri, ney ve dümbelek çalmadı. Dönmedi, raks etmedi.
Sabetaylar Mevlana Hazretleri’nin şiirindeki “Kamil insan” manasındaki “NEY’i çalgı olarak gösterdi. Arkasından ney çalıp dümbelek eşliğinde dans etmeye başladılar.
Sabetayistler böylece Mevlevi dergâhlarına müzik sokup; müzik aletlerinin nağmelerine göre vücut hareketleri yaparak, Mevlevî ayinleri gibi ayinler oluşturdu.
Arkasından da o ayinleri yapanlara semazen ismi verdi.
Dönmeler ney çalıp def eşliğinde dönünce, bizimkiler de onlardan hızlı dönmeye başladı. Sonuçta bu çirkin bidat semazenlik olarak resmileştirildi.
Mevlevilikte semazenlik asla yoktur. Mevlana Hazretleri, yüksek sesle zikir bile yapmazdı.
Yakubiler Mevlevi dergâhlarına sızıp bozarken, Karakaşlar da Alevi/Bektaşi dergâhlarına girdi. Girmekle kalmadı bazı dergâhlarda dede sınıfına kadar yükseldi.
Selanik'te son postnişinlerden İshak Dede bunlardan birisidir. (Eski Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'ın dedesidir.) Yenişehirli Hasan Baba da böyledir.
Günümüzde Bektaşilik içinde ciddi bir şekilde devam eden Sabeytacı etkisi vardır. Bektaşiliğin Babazan kolu içinde Sabetaycı unsurun ağırlığı çok daha belirgindir.
Bundan rahatsız olan çok sayıda Alevi ve Bektaşiler var.
Turgut Koca Halife Babanın oğlu Şevki Koca bu konudaki rahatsızlığını çok dile getirmiştir.
Alevilik içerisinde Ali ’siz Alevilik, Sabetaycıların icadıdır.
Hem Alevi olacaksın hem de İslam’ın hiçbir emrini yerine getirmeyeceksin. Hatta İslam’a düşman olacaksın.
Hem Alevi olacaksın hem de Ateist ve Deist olacaksın.
İşte bütün bunlar dergâhlara sızan Sabetayların işidir.
Aleviliğe adını veren Hazreti Ali (Radıyallahü anh) hayatı boyunca tek bir vakit namazını kazaya bırakmadı. Peygamber Efendimize sıkı sıkıya bağlı idi.
Hazret-i Ali Efendimizin yolunda olan gerçek Aleviler, aynen böyle yaptılar.
İçlerine ajanların girdiği dergâhlar ise bozuldu, aslını ve özünü yitirdi.
Bu yüzden aklı başında pek çok Alevi kardeşimiz bu ajanlardan ve Sabetaylardan ayrılmış ve kendi dergâhlarına bunları sokmamıştır.
Son yıllarda garip bir olay ortaya çıktı.
Kendilerini “Yahudi Alevi” olarak tanımlayan gruplar, İsrail’den Hacıbektaş’a yılda 5-6 kez inanç turları düzenliyor; semah dönüp Alevi dedesinden ders alıyorlar.
Özellikle son 6 yıldır artan bir sıklıkla Hacıbektaş’ı ziyaret eden Yahudi Aleviler, buradaki köklü dergâhlardan olan Ulusoylar Dergâhına bağlılar.
Semah dönen Yahudi Aleviler, Alevi dedesinin eşliğinde dergâhta mum yakıp dans ediyor.
Hacıbektaş’a gelen Sarita Moas, adındaki İsrailli bir Yahudi, “Ben Yahudi-Aleviyim” diyor.
“Yahudi Alevi olur mu?”
Bu mümkün mü?
Yahudi bir kadından olmayan bir kimseyi dinine kabul etmeyen Yahudiler, Müslüman kökenli birisini nasıl kabul eder?
Bu da bir tezgâh…
Bu Müslüman kökenli Alevileri kâğıt üzerinde Yahudileştirme projesi.
Akıllarınca Alevi dönmeler oluşturacaklar.
Bunlar ne Yahudi ne de Müslüman olmadan ortada dönüp duracaklar.
Oyun da tezgâh da bu.
Sabetayların Alevi/Bektaşi dergâhlarının içerisinde bu kadar iş çevirmesinin nedeni, bu insanları çok sevdiği için de değil.
Şimdi size Sabetayların Alevilere attığı büyük bir iftiranın hikâyesini anlatayım.
Sabetayların KUZU BAYRAMI adını verdikleri bir bayramı var.
Sabetaylar 1 Ocak’tan, Mart 22’ye, yani baharın birinci gününe kadar asla kuzu eti yemezler. Her eti yerler kuzu eti yemezler. 22 Mart’ta kuzu özel merasimle yenir.
Bu merasimde en aşağısı ikisi erkek ikisi kadın olmak şartı ile evli dört kişinin bulunması şarttır. Bu çiftlerin sayısı arttırılabilir.
22 Mart akşamı Kadınlar iyi giyinmiş ve süslenmiş oldukları halde sofra hizmetinde bulunurlar.
Yemekten sonra biraz eğlenilir ve muayyen zamanda ışıklar söndürülerek karanlıkta kalınır...
Orada herkes birbirinin karısıyla zina eder. Kendi eşiyle ilişki yasaktır.
Bildiğiniz grup seksi yapılır.
O geceden doğacak çocuklara (Piçlere) bir nevi kutsiyet atfedilir. Ona 'Dört Gönül Bayramı' adı verilir. (Gövsa, Sabatay Sevi, S. 69)
Bu iğrenç bu pis işin onlara göre bir mantığı var.
Kuzu Bayramı Sabetay Sevi’nin emridir. Yoksulluk ve günah artınca Mesih gelecek, kurtuluş olacak. Günah işleyerek Mesih’e kavuşma Sabetayizm’in temel kurallarından birisidir.
Kuzu Bayramı ve Sabetaylarla ilgili kitap yazan yazar Yalçın Küçük şöyle dedi;
- Son zamanlarda cemiyet hayatı veya sosyete dedikleri gerçekte Sabetay ailelerde olanlara bakın. O onunla, öbürü onunla. Hele Hülya Avşar çok açık biçimde Sabetay Sevi’nin propagandisti gibi.
Aşk denilen bir elektriklenme yok. Ünlü Sabetayistlerin hiçbirinin âşık olduğunu göremezsiniz. Hiçbiri de birbirini kıskanmıyor. Daima birbirleriyle.
Tamamen sosyete içinde oluyor. Sonradan affediyorlar. Dolayısıyla evlilik müessesesini yıkıyorlar.
Evlilik müessesi yıkılabilir ama yanında büyük bir ahlaki bozukluğu da beraberinde getiriyor. Herkes bu şekilde olmaya özeniyor.
Herkes birbiriyle yatıyor. Çünkü başka bir şey yok. Benim bulgularıma göre Deniz Akkaya da Çerkez ve İbrani asıllı.
Yalçın Küçük noktayı şöyle koydu;
- “Türkiye’de kim ünlü ve para sahibiyse, hepsi İbrani asıllıdır!”
Gelelim Alevi meselesine.
22 Mart’ta bu pis işi yapan Sabetaylar, rezilliklerini Alevilerin üstüne yıktı.
Kendilerinin Kuzu Bayramını örtüp Alevilerin; ‘Horoz uçurma’ ya da ‘Mum söndü’ adıyla bilinen ayini düzenlediklerini yaydı.
Televizyonları, gazeteleri, tiyatroları ve sanat organizasyonlarını kontrol altında tuttukları için, Alevileri hedefe oturttular.
Alevi kardeşlerimiz yıllarca alınlarına sürülen bu karadan kurtulmak istediler ama nafile.
Sunduğu yarışma programında; "Sen Kızılbaşlar gibi babandan mı aldın o çocuğu" deyip olay olan Güner Ümit de Sabetaydı.
Bazı Alevi dergâhlarında bu çirkin iş yapılmadı mı? Yapıldı.
Kim yaptı?
Aleviler değil o dergâhlara sızıp ele geçiren Sabetaycılar yaptı.
Sözde Alevi/Bektaşi olan Sabetaylar, böylece hem bayramlarını kutlamış oldu hem de işin içerisinden sıyrılarak pisliklerini Alevilere mal etti.
Küçük Hüseyin’leri Fetullah Gülen’leri piyasaya sürüp Sünnileri, İshak dede, Hasan babaları dergâhlara sızdırıp Alevileri bozdular.
Sonra bunları birbirine düşürüp, keyifle izlediler.
Biz birbirimizi yerken onlar memleketi yedi.
Öküzün yalakası sabah akşam kasabın bıçağını yalarmış.
Laik sistemin yalakaları da Sabetaycıların eteğini yalamış.
METİN ÖZER