Bekir Coşkun'un son saatlerini anlattı...
Sözcü yazarı KRT TV programcısı Saygı Öztürk, gazeteci Bekir Coşkun'un hayata gözlerini yummadan son saatlerinde yaşadıklarını anlattı. Emin Çölaşan da, "Bu satırları yazarken bile gözlerim yaşarıyor" dedi
Sözcü yazarı Saygı Öztürk, gazeteci Bekir Coşkun'un hayata gözlerini yummadan son saatlerinde yaşadıklarını anlattı.
Öztürk, "Bekir ağabey ambulansa konulurken sanki hayatını kaybetmiş gibiydi. Ambulansta kalp masajı yapılarak hastaneye götürüldüğünde, aslında Bekir Coşkun için yapılacak bir şey kalmamıştı" diye yazdı.
Saygı Öztürk'ün Sözcü'deki "Son saatinde tavla oynadı, çiğ köfte yedi…" başlıklı yazısı şöyle:
Bekir Coşkun ağabeyimi Ankara'nın Bab-ı-Alisi olarak bilinen Ulus-Rüzgarlı Ağah Efendi Sokak'ta tanımıştım. O Günaydın gazetesindeydi ben de Hürriyet gazetesinin muhabiriydim. Temsilci olduğu dönemde ısrarlı önerisine rağmen Günaydın'a gidememiştim ama Bekir ağabeyle Hürriyet'te buluşmuş, bitişik odalarda oturmuştuk. SÖZCÜ'de de birlikteydik. Genelde akşama doğru gazeteye gelir, daha önce hazırladığı yazının son düzeltmelerini yaptıktan sonra İstanbul'a gönderirdi.
Bekir ağabey hastalığa karşı yaklaşık üç yıldır amansız bir mücadele verdi. Sevgili eşi Andree hep yanında, hep yakınında, korucu eli ve sevgisi üzerindeydi. Onlar yalnız insanların değil, kedinin, köpeğin, cümle alem canlının dostuydu.
BİR SAAT ÖNCE
Bekir ağabey, “Yazmak içimden gelmiyor” diyordu. Ama yazmayı da özlüyordu. Ağrılarının artık dayanılmaz olduğu saatlerde, gecenin bir yarısında otomobiline binip gelişigüzel dolaştığı günler oluyordu. O, gece dolaşmalarının sonunda bir gün kardeşi Haluk'a, “Beni burada bırakmayın, köyümüze götürün” demişti. Haluk Coşkun, diğer kardeşleri gibi ağabeyini hastalığı döneminde yalnız bırakmamıştı. Bir gün, “Allah herkese böyle kardeşler nasip etsin” demişti.
Pazar günü Haluk, ağabeyinin yanına gelmişti. Bekir Ağabey, “Hadi tavla oynayalım” dedi. Aslında halsizdi, yorgundu ama tavla oynamak içinden gelmişti. Oynarken, zarlardaki sayıları görmekte zorlanıyor, kardeşine “Kaç geldi” diye soruyordu. Haluk, yenilmek için ağabeyinin işine yarayacak sayıları söylüyordu. Sonuçta, Haluk'un koltuğunun altına tavlayı verdi, “öğren de gel” dedi.
Hareketleri iyice ağırlaşmıştı. “Ben biraz uzanayım” dedi, hemen ardından, “Çiğ köfte yaptınız mı? diye sordu. Haluk Bey, “Hazır abi, eve gidip getireyim” dedi. Haluk Coşkun, eve gitmek üzere hareketlendiğinde, eşi Ayşe Hanım da çiğ köfte ile birlikte gelmişti.
ÇİĞ KÖFTE YEDİ
Yengesinin yaptığı çiğ köfteyi hep severek yiyordu. Canı çok istemesine rağmen ancak iki tane çiğ köfte yedi. Terlemesi artmıştı. Nefes almakta zorlanıyordu. Eşi Andree Hanım, doktor Mehmet Oral'ı aradı. Ambulans gönderdiler. Bekir ağabey ambulansa konulurken sanki hayatını kaybetmiş gibiydi. Ambulansta kalp masajı yapılarak hastaneye götürüldüğünde, aslında Bekir Coşkun için yapılacak bir şey kalmamıştı. Doktorlar son umutla kalbi tekrar çalıştırmak için uğraştılar. Ama sonuç değişmedi.
Son lokması, çiğ köfte olmuştu. Ondan önce sigara içti mi bilmiyorum. Çünkü, sigarayı eşinden habersiz olarak içiyordu. Bir gün Emin Çölaşan'dan sigara istedi Çölaşan vermek istemeyince “Sigara içmemeleri için uyarılan dostlarımın bir kısmı sigarayı bıraktıktan sonra vefat ettiler. İçmediğim zaman daha büyük bir strese giriyorum” diyordu.
SONUNCU KÖY
Bekir ağabey, gazetecilik hayatında hep köy köy dolaştı. Bir gazeteden kovuldu, diğer gazeteye başladı.
SÖZCÜ'den, gazetemizin sahibi Burak Akbay'dan, Genel Yayın Yönetmenimiz Metin Yılmaz'dan, gazetemizin yazı işleri kadrosundan hep memnuniyetini dile getirir, “İyi ki buradayım” derdi. Hele yazamadığı, “Ben artık yazamıyorum” dediği günlerde, gazetemizin sahibi Burak Akbay ve Genel Yayın Yönetmenimiz Metin Yılmaz'ın, kendisine söylediklerini anlatırken, gözlerinin dolduğunun tanığıyım.
Bekir Coşkun, kendisiyle şahsen tanımayan, bilmeyen insanların kimisinin ağabeyi, kimisinin amcası, kimisin Bekir dayısıydı. Onun için gelen iletilerden birisinde, “Kendisini şahsen bilmem, tanımam ama kaleminden anladığım yüreği Türkiye sevgisiyle dolu bir vatansever olduğundan asla şüphem yoktur” yazıyordu. Balıkesir'den Mehtap Hanım da, “Çok üzgünüm, mekanı cennet olsun. Tanışmak kısmet olmadı ama Bekir Bey'in bir yazısını paylaştığım için yargılanmak da benim için onur verici” diyordu. Yalnız bizler değil, yazıları paylaşan okurlarımızın da başına getirilmedik kalmıyor, sabah vakti evlerine polis, jandarma geliyor.
ONA FOTOĞRAF MAKİNESİ
300'e yakın şiiri bestelenen rahmetli Halil Soyuer ağabeyimiz, 1965 yılıydı Bekir Coşkun'u yanına alıp Türk siyasetinin saygın isimlerinden yakın dostu Ali Naili Erdem'in yanına götürdü. “Bu genç, parasız-pulsuz bir müzisyen. Ama biz onu gazeteci yapacağız” dedi. Ali Naili Bey, “Ne yapalım” dediğinde, ona fotoğraf makinesi almak istediklerini söyledi. Ali Naili Bey, bu anısını anlattıktan sonra, sevgili dostu Bekir Coşkun için, “Bekir, Atatürk'e inanan, Cumhuriyet aşığı, iyiliksever bir insandı. Herkese sevgiyle yaklaşırdı. Gerçeğin peşinde koşan beyefendi bir insandı. Son konuştuğumda, ‘Abi çok acı çekiyorum' demişti. Güzel bir isim bıraktı” diyordu.
Türk basının simge isimlerinden Bekir ağabeyimiz son yazılarını SÖZCÜ okurları için yazdı. Yılmadı, hiçbir zaman geri adım atmadı. Okurlarına onuncu köyden seslenen ağabeyimizin sağlığı el vermedi ve bugün sonuncu köyüne yolcu ediyoruz. Hep içimizde, hep aramızda olacaksın Bekir abi…
BU SATILARI YAZARKEN BİLE GÖZLERİM YAŞARIYOR"
Sözcü yazarı Emin Çölaşan, hayatını kaybeden usta gazeteci Bekir Coşkun hakkında bir yazı kaleme aldı.
Bekir Coşkun'un "Kürek mahkûmları" yazısını okurken ağladığını belirten Çölaşan, "Belki inanmayacaksınız ama şimdi bu satırları yazarken bile gözlerim yaşarıyor…" ifadelerini kullandı.
Emin Çölaşan'ın Sözcü'deki "Bekir’in selamları var!" başlıklı yazısı şöyle:
Sevgili okurlarım, Bekir'le ilgili son yazım burada 29 Kasım 2019 günü yukarıdaki başlıkla çıkmıştı. O yazıyı biraz kısaltarak sizlere bir kez daha iletiyorum.
Aradan yaklaşık 11 ay geçti ve Bekir ne yazık ki aramızdan ayrıldı.
Ona Allah'tan rahmet, eşi Andree ve yakınlarına sabır diliyorum.
İşte o yazı:
★★★
Bekir Coşkun benim can yoldaşım, can arkadaşım, dostum ve kardeşim…
Kader öyle istemiş olmalı ki, gerek Hürriyet'te ve gerekse şimdi Sözcü'de yan yana odalarda oturuyoruz.
Yani yıllardan beri duvar komşusuyuz!
Bekir'le bu uzun yıllar içerisinde acı ve tatlı nice olayları birlikte yaşadık ve paylaştık.
Onun yazdığı yazıların çoğunu tatlı bir kıskançlıkla okurdum, “Bunu yazmak niye benim aklıma gelmedi” diye hayıflanırdım.
Aramızdaki tatlı hitaplar hiç aksamazdı…
Telefonda konuşuruz ya da odalarımızda buluşuruz, konuşmamız bugün bile hep şöyle başlar:
“Hey Corc, versene borç!..”
★★★
Günün birinde Hürriyet'ten kovuldum…
Orada yaşadıklarıma ilişkin günlük notlar hep elimdeydi…
Oturup bu işin kitabını yazdım:
Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi.
Aydın Doğan beni mahkemeye verdi…
Yalan yazdığım ve kendisine iftira attığım iddiasıyla 50 bin lira tazminat istedi.
Yazdıklarımın tümüyle doğru olduğunu bilenlerden biri de Bekir'di.
İyi de, acaba mahkemede benim tanıklığımı yapar mıydı?
İş başka dostluk başka!..
Ona “Gel benim için tanıklık yap” diyemezdim çünkü Bekir halen Hürriyet'te yazıyordu. Yani patronuna karşı tanıklık yapması mümkün olamazdı…
Ve dava olayını duyunca yanıma geldi:
“Arkadaş sen beni tanık göster. Yazdığın her şeyin doğru olduğunu mahkemede ben anlatırım.”
★★★
Bunu yapmak yürek isterdi.
Tanık oldu, mahkemede ifadesini verdi:
“Kitapta anlatılan her olay doğrudur. Onları ben de Emin'le birlikte yaşadım…”
Mahkeme patronun açtığı davayı reddetti.
★★★
Kovulma olayım kamuoyunda bomba gibi patlamıştı. Aradan iki gün geçti, Bekir'in “Kürek mahkûmları” başlıklı yazısı çıktı.
“Biz bir kayıktaydık, kürek arkadaşımı dalgalar aldı. Emin Çölaşan artık yok. Ne yapmalıyım, asılsam mı küreklere, yoksa vaz mı geçsem kürek çekmekten, söyleyin dostlarım ne yapmalıyım…” diyordu. (Hürriyet, 16 Ağustos 2007.)
Muhteşem bir yazı idi. Hayatımda ilk kez bir köşe yazısını okuduktan sonra resmen ağlamıştım. Belki inanmayacaksınız ama şimdi bu satırları yazarken bile gözlerim yaşarıyor…
★★★
Urfalı Bekir işte budur…
Mert adamdır.
Sonra onu da kovdular!
★★★
Sevgili okurlarım, Bekir'in yazılarını uzunca bir süredir okumanız mümkün olmuyor…
Nedenini çoğunuz biliyordur ama bilmeyenler için anlatayım.
Bekir çok uzun süredir tedavi görüyor. Görmediği tedavi, içmediği ilaç kalmadı.
Kemoterapi, radyoterapi, tomografi, pet ve üstelik bir sürü iğneler, serumlar, haplar…
Keyfi doğal olarak çok kaçtı.
Şimdi şiddetli ağrıları var. Çok halsiz… Morali de hiç iyi değil.
Gazeteye arada sırada uğruyor, yine sohbete başlıyoruz ama yazı yazma aşamasına henüz gelmedi.
Ben de ona “Rahatına bak, içinden gelince yeniden yazmaya başlarsın” demeyi sürdürüyorum…
Yukarıda saydıklarım dışında Bekir ağrı kesiciler dahil çok sayıda hap alıyor. Kortizonlu ilaçlar ve ayrıca deriye yapışık uyuşturucu morfin bantları da halsizlik ve yorgunluğu tetikliyor.
★★★
Bu hastalıkla boğuşmaktan yorgun düşen benim can arkadaşım halsizliği üzerinden bir türlü atamadı.
Sanırım önümüzdeki hafta, epeyce ara verdiği yazılarından ilki ile yine karşınıza çıkacak ama haftanın altı günü yazması herhalde söz konusu olmayacak.
Olsun, haftada bir veya iki kez bile olsa onu yeniden okumak için ben de sizin gibi sabırsızlanıyorum.
Bekir sizlere selam söylüyor.
Haydi Urfalı Corc, herkes seni bekliyor.
★★★
29 Kasım 2019… Ve 18 Ekim 2020…
Yaklaşık bir yıl içerisinde bunlar oldu ve Bekir'i yitirdik.
Bu süreçte gazetede düzenli yazı yazması mümkün olmadı.
“Parmaklarımda bilgisayarın tuşlarına dokunacak güç bile kalmadı” diyordu.
Sıkıntıları giderek arttı ve geldik 18 Ekim akşamına…
Ve beklenen son geldi…
Olan oldu.
Kaynak:http://www.krttv.com.tr/gundem/bekir-coskun-un-son-saatlerini-anlatti-h50858.html
HABERE YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.