ŞEYH SAİD İSYANI VE ŞEYHİ İHBAR EDEN AKRABASI AJAN BİNBAŞI…

ŞEYH SAİT İSYANI VE ŞEYHİ İHBAR EDEN AKRABASI AJAN BİNBAŞI…
 M.Kemal ’in silah arkadaşları olan Kâzım Karabekir, Rauf (Orbay) Bey, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Refet (Bele) Paşa ve Adnan (Adıvar) Bey’in öncülüğünde kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyetin ilk muhalefet partisi oldu.
Amasya Tamimi ile Kurtuluş Savaşı'nı başlatan beş kişilik kumandan kadrosunun Mustafa Kemal hariç tüm üyeleri; Kâzım Karabekir, Rauf Bey, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa Terakkiperver Fırka'nın kurucu ve liderleri arasında yer aldı.
Bir muhalefet partisinin kurulması, Halk Fırkasında bomba etkisi yaptı.
Önce şaşkınlık sonra kızgınlık daha sonra büyük bir öfke oluştu.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ’nın Parti tüzüğünde liberalizmin ve demokrasinin benimsendiği belirtilirken aynı zamanda ‘dini inançlara’ da saygılı olunduğu açıklandı.
İşte bu “Dini inançlara saygı” maddesi Atatürk’ü çileden çıkardı.
M.Kemal Nutuk'ta, Terakkiperver Fırka kurucularını vatan hainliği ile suçladı.
Arkasından da şöyle dedi;
"...'Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır' ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi?
Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi?
Türk milleti, yüzyıllardan beri, sonu gelmeyen felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıkların gerekli olduğu pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi? Cumhuriyetçi ve yenilikçi olduklarını zannettirmek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları, dinî bağnazlığı coşturarak, milleti, Cumhuriyet'e, ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi?

M.Kemal Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına çok sert tepki vermişti. Bu konuda dönemin gazetelerine de çok sert demeçler veriyor ve eski silah arkadaşlarını vatan hainliğiyle suçluyordu.
El altından gösterilen bütün bu sopalara rağmen Terakkiperver Fırka kurucuları geri adım atmadı.
Onlar geri adım atmayınca arkasından M.Kemal, açık açık ihtilal imasında bulundu;
-‘Din elden gidiyor, aile hayatımız, binlerce yıllık geleneklerimiz birbiri ardınca yıkılıyor, bu gidişle Garp medeniyetini alacağız diye dinimizden olacağız’ yolundaki propagandaların tesirsiz kalacağını sanmak budalalık olur. Bana göre yakın bir zamanda bir ihtilal ile karşılaşmamız mümkündür.
Arkasından da gelmekte olanı şöyle duyurdu;
- Barut kokusu alıyorum.
M.Kemal ’in aldığı barut kokusu ne Ankara’dan ne de garptan geldi. O koku şarktan geldi.
1925 Ocak ayı sonlarında, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi, TBMM kürsüsünde, iktidardaki Cumhuriyet Halk Fırkası ‘nın icraatlarına ağır eleştiriler yöneltti.
Ziyaeddin Efendi; Yeniliğin isret (içki içme), dans, plaj sefasından başka bir şey ifade etmediğini, fuhuşun arttığını, Müslüman kadınların edeplerini kaybetme yolunda olduklarını, sarhoşluğun himaye, hatta teşvik olunduğunu, en önemlisi dinî duyguların rencide edildiğini, yeni rejimin sadece ahlaksızlık getirdiğini, rezil bir yönetimin memleketi çamurların içine sürüklediğini ilan etti.
(Kaynak: Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Akis Yayınları, Ankara 1968, sayfa 21.)
Ankara’da bu gerilim yaşanırken, Ziyaeddin Efendi’nin konuşmasından iki hafta sonra Şeyh Sait isyanı başladı.
Şeyh Sait isyanı; dini hassasiyeti olan bir şeyhin, çok planlı olmayan bir kıyam hareketiydi.
Şeyh Sait, dedesinin kabrini ziyaret ve düğün için geldiği Palu’da kendi bilgisi dışında gerçekleşen bir hadisesin ortasında kaldı.
Van eski Milletvekili İbrahim Arvas Bey hâtıratında olayı şöyle anlattı: “Şeyh Saîd’in evinde düğüne davetli kalabalık bir grup vardı. On beş kişilik bir müfreze, bir küçük zâbit kumandasında, mahkeme tarafından istenilen bâzı adamları köylerinde aramışlar, hepsinin de Şeyh Saîd’in düğününde olduklarını öğrenmişlerdi. Ve doğru Şeyh Saîd’in evine gelerek müttehim (aranan) adamları istemişlerdi.
Şeyh Saîd bunlara hitaben:
- “Siz iki-üç gün benim misafirim kalınız. Bu kalabalık dağıldıktan sonra bunları o zaman size teslim ederim; alıp götürün. Şimdi yedi-sekiz yüz silahlı insan topluluğu var. Hepsi de birbirlerinin akrabalarıdır. Siz bunları zorla götürmeye kalktınız mı, korkarım ki bir çatışma olur ve nâhoş bir netice verir. Sizden istirham ederim üç gün sabırlı olun, arzunuz tamamen yerine gelir der.
Küçük zâbit; “Hayır! Ben emir aldım. Bunları götüreceğim ve beklemem” diyerek neferlerle berâber onların bulunduğu yere gider:
“Haydi, düşün önüme. Gideceğiz. Mahkeme sizi istiyor”
Onlar da; “Düğün bitsin, sonra geliriz. Düğünü yarıda bırakmak ayıp olur” derler.
Münâkaşa, sonunda müsâdemeye döner, silâhlar patlar, her iki taraftan da iki ölü ve yaralı olur. Kendi evinde asker ve zâbit vuruldu diye, Şeyh Saîd telâşa düşer ve yüksek dağ başındaki köyüne çekilir.
Bu sefer Şeyh Saîd’i götürmeye gelen kuvvetle Şeyh Saîd’in adamları arasında müsâdeme başlar, ölü ve yaralananlar olur. Derken iş büyür ve isyan bu suretle isyan başlamış olur.
Lâkin Şeyh Saîd Olayı hiçbir zaman Şark illerimize sirâyet etmedi. Ancak Çapakçur kazâsı bütün köyleriyle berâber Şeyh Saîd’e iltihak etti.”

Şeyh Said yakalandığında verdiği ifadesinde olayı benzer şekilde şöyle anlatmıştı; 
- Sabah Piran’a taraf gittik meğer on mahkûm var imiş, bilmiyordum. Her onu da Bahri bin Mehmed Ağa’nın misafiri olmuşlar ve Piran ’da (Dicle) dahi yirmi süvari jandarma ve iki mülazımdan mürekkep bir müfreze var imiş.
İşbu müfreze mahkûmları görürler ve Mehmed Ağa hanesini basarlar. Mahkûmlar da talak-ı selase ile yemin edip ki teslim olmayacağız. Haber aldım. Teşvişe düştüm (Endişelendim) . Bir niza’ çıkmamak (tartışma çıkmaması) için bir iki adam ricacı gönderdim. Bir mülazım geldi. Kıyam ettim (hürmeten tevazu ettim) . Bir iki defa rica ettimse de kabul buyurmadılar. Derhal hayvanları hazır etmeyi söyledim. Hazırladılar, derakap (Akabinde) silah sedası (sesleri) açıldı.
Galiba bir mecruh (Yaralı)  Kürtlerden, iki de jandarmalardan vâki oldu. Biz de Piran’dan çıkıp Hınıs’a doğru yola düştük… 
Çıkan çatışmada askerlerden bazıları şehit edildi,  diğerleri de esir edildiler.
Şeyh Said Piran ’da meydana gelen olayı yerinde sınırlı tutmak için acele Genç'e gitti, fakat geç kaldı.
Kardeşi Şeyh Tahir’in 10 Şubat'ta iki yüz adamıyla gelip Lice postanesine el koydu.
Bu haber istim üstündeki bölgede ayaklanmanın başlamasına yol açtı.
 Ayaklanma kısa sürede dört vilayeti kapsayan geniş bir alana yayıldı...
Şeyh Said, 13 Şubat 1925 Cuma günü, Piran camisinde verdiği vaazda halka şöyle seslendi:
Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.
Şeyh Said bu arada, direnişe destek vermeleri için Alevi Zaza aşiret reisleri, Kürt bey, ağa ve aşiret reisleri ile Ergani’deki Türk bey ve ağalarına da aynı imza ile mektuplar gönderdi ve onları Kemalist yönetime karşı ortak mücadeleye davet ederek yardım istedi.
Yayınlanan beyannamelerden birinde;
- Kurulduğu günden beri din-i mübini Ahmedi’nin [İslam] temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşlarının, Kur’an’ın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslam’ı sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye [Muhammed'in şeriatına] göre helal olduğu…” hususlarına yer veriliyordu.(Kaynak : M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, TKAE Yayını, Ankara 1981, sayfa 180)
Şeyh Said, Varto’daki Alevi Zaza olan Hormek aşireti reisleri Halil, Veli ve Haydar Ağalara gönderdiği mektupta da söyle yazıyordu:
- Din-i mübini Ahmedi’yi, M. Kemal’in yedi zulmünden tahlis etmek (kurtarmak) gazası niyetiyle Susar’a hareket edildi. Bu gaza ve cihadın mezhep ve tarikat tefrik edilmeden, ‘Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah’ diyen bütün İslam muvahhidleri üzerinde farz olduğundan, büyük bir gayret ve secaat sahibi olan Müslüman aşiretinizin de şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye ve bu cihad-ı ekbere itba’ edeceğinize itimadım berkemaldir.
Ya eyyühel-ensar, dinimizi ve namusumuzu bu mülhidlerin(imansızların) elinden kurtaralım, size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükûmet bizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihad farzdır.” 
(Kaynak : M. Şerif Fırat, a.g.e., sayfa 181.)
20 Şubat 1925 de Hanili Salih Bey kuvvetleri kendisine katılarak Lice ve Hani'ye el koydu.
28 Şubat ta Şeyh Şemsettin'e bağlı kuvvetlerden büyük bir bölümü Diyarbakır yakınlarında kendisine katıldı.
Şeyh Said'in kardeşi Abdürrahim, 29 Şubatta Maden nahiyesinde (Elazığ'ın ilçesi) ayaklandı. Şeyh Eyüp de beş yüz savaşçı ile Çermik'te Şeyh Abdürrahim’e katıldı ve ikisi birlikte Ergani'ye yöneldiler.
Palu, Şeyh Said'in yirmi bin savaşçıya ulaşan ordusunun karargâhı oldu.
Ankara önceleri hadiseleri sıradan eşkıyalık vakası olarak değerlendirse de Şeyh’in kısa sürede önemli şehir ve beldeleri teker teker ele geçirmesinden sonra bunun büyük bir isyan olduğu anlaşıldı ve derhal harekete geçildi.
İsyancılar sırayla Darahini, Hani, Palu, Lice, Varto ve Elaziz’i zapt ederek Diyarbakır merkezini muhasara altına aldı.
Kürt kuvvetleri Diyarbakır'ı ele geçirmek için 11 Mart gecesinde, savaşçılardan seçilmiş bir kuvvet Mardin kapısından şehre girmeyi başardı. Takviye gelen askerler, aynı gece yüz elli Kürdü öldürdü.
Şeyh Said durumun kötüye gitmesi üzerine, askerlerine geri dön emrini verdi.
Geniş çaplı bir sevkiyatın ardından toplu saldırıya geçen (26 Mart) ve bir bastırma harekâtıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askeri birlikler, İran'a geçmeye hazırlanan ayaklanma önderlerini Boğlan'da (bugün Solhan) sıkıştırdı.
Şeyh Said, diğer Şeyh ve aşiret reisleriyle Dara Hêni'yi terk ederek, 27 Mart'ta Çapakçur'a gitti.
6 Nisan'da Türk askerleri Çapakçur'a girince, Şeyh Said beraberindekilerle (300 atlı) Solhan'a çekilmek zorunda kaldı.
Şeyh Şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri Palu'da yakalanırken, Şeyh Said de Varto yakınlarında yakın bir akrabasının ihbarıyla Carpuh Köprüsü'nde ele geçirildi (15 Nisan 1925).
Şeyh Said’i ihbar edip yakalatan bacanağı emekli Binbaşı Kasım Ataç Kürt asıllı olup; Muş, Varto’da meskûn bulunan Cibran aşireti mensubuydu.
Cibran aşireti reisi Miralay Halit Bey’in kayınbiraderi olan Kasım, aynı zamanda Türk hükûmetinin de ajanıydı.

Diyarbakır'da kurulan Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı, Ahmet Süreyya Örgeevren, 1957 yılında Dünya gazetesinde dizi halinde yayınlanan anılarında konu ile ilgili olarak: "Cibranlı aşiretinden, Vartolu emekli Binbaşı Kasım Bey'in tertip, teşvik ve yardımıyla Abdurrahman Paşa Köprüsü yanında, ordu takip kuvvetleri tarafından yakalandı.
Şeyh Said ve avenesinden oluşan 39 kişilik kafile, 6 Mayıs 1925 günü Diyarbakır'a getirilerek mahkemeye teslim edildi” 
dedi.

DEVAM EDECEK
METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ

Önceki ve Sonraki Yazılar